Sal. Ara 3rd, 2024

Bizler, atalardan gelen duygusal bastırmaların, duyguların keşifsizliğinin ve ne yazık ki yanlış anlamdırmaların sonucu olarak duygusal özgürlüğü yaşamayı zafiyet olarak görebiliyoruz.

Bazen ne hissettiğimizi anlamıyor, anlasak bile bunu göstermekten çekiniyor ya da hissettiğimiz duyguları gösterdiğimiz/paylaştığımız zaman yargılanmaktan ve çeşit şekillerde etiketlenmekten endişe ediyoruz. Hatta öyle ki duygusal şefkat ve özgürlük konusu toplumun eleştirel yüzü ile karşılaşmadan, bireyin kendi kendine acımasızlığı ile de karşılaşıyor. Biz, herkesten önce kendimize karşı şefkatsiz davranabiliyoruz.

Sen, sen olmasan kim olurdun ?

Kabul görme, bir zümreye ait olma, iş yerinde takdir edilme, ailede sevilme, özel ilişkilerde vazgeçilmez olma,  onay alma gibi bizi dışarıya bağımlı kılan her türlü sahte ihtiyaca baktığımızda; bunların duygusal travmalarımız sonucu ortaya çıkan ve bizlerin de yıllar geçtikçe içselleştirdiğimiz, bize zincir vuran ihtiyaçlar olduğunu görüyoruz. Asıl kimliğimize ulaşmak için, kendimizi keşfetmek için sormamız gereken ilk soru şu olmalı: Bütün düşünce kalıpları ve klişeler ortadan kalktığında, kimsenin senden bir beklentisi kalmadığında, geçmişten ve gelecekten bağımsız olarak tam şu anda sen kim olurdun?

Modern dünyanın kaotik yapısını ve birbirimizi sıkıştırmak için kurduğumuz acımasız tuzakları görüp kabul ederek, yaşadığın her ıstırabın geçici olduğunun farkındalığını yaşayarak adım attığında, hatta acı ile beraber tüm diğer duyguların bilincimizin bir yansıması olduğunu keşfederek hayata devam ettiğinde tamamen başka birisi olur muydun?

İçimize bakıp duygularımızı görmekten öyle korkuyoruz ki, duyguların da düşüncelerin bir tezahürü olduğunu keşfedemiyoruz. Aslında tüm duygular, akıldan ortaya çıktığı için “neşe ile acı arasında bir farklılık bir üstünlük yok” dediğimizde bunu sindirmek biraz zor olabiliyor. Sadece duyguların bir var oluş amacı vardır, bir şeyler anlatmak isterler. Ve herkes duygularına, hayattaki deneyimlerine göre anlam yükler.

Geveze duyguların da konuşmaya hakkı var

Bu kadar fazla enformasyonla mücadeleye etmeye çalıştığımız bir dönemde, gerekli ve gereksiz bilgiyi ayırt etmek giderek daha zor oluyor. Her yerden hızlı tüketim, kirlilik ve aşırılık bombardımamına tutuluyoruz. Her duyumuz tetikleniyor. Zihnimizin ve kalbimizin berraklığını korumanın bu kadar değerli ve zor olduğu günlerde vücudumuzun en güçlü enerji kaynağının kalp olduğunu sık sık hatırlamak lazım.

Bırakın duygularınız sizinle iletişime geçsin. Kısıtlamayın, özgür bırakın. Biraz sarsılacaksınız, bastırmış olduklarınız, her duygu her anı ortaya çıkacak. Korkmayın, devam edin.  Neyi anlatmak istediklerine kulak verin. Sonra duygularınız ile düşünceleriniz arasındaki bağı görün. İşte o zaman, kendi oluşturduğumuz bu dünyayı her an değiştirebilecek gücü ve gerçek duygusal özgürlüğü keşfederiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir